Merhaba sevgili okuyanlar,
Bu hafta kendimizi sevmekten bahsedelim istedim. Sevmek derken narsistik bir boyutta olandan
değil, olması gereken, normal kabul edilen ölçüden.
Nedir kendini sevmek? Kendisiyle barışık olmak, kendisini kabul etmek, yapabildikleri, yapamadıkları,
hayalleri, gerçekleri, güçlü ve zayıf yönleri ile her şeyiyle kabul etmek. Dışıyla, içiyle, aklından
geçeniyle sahip çıkmak.
Peki bu ilk temeller nerede ve ne zaman atılır? Şüphesiz ailede ve bebeklik döneminden itibaren. Bize
ilk kucak açan, ilk seven, ilk güvenli çatımızda, evimizde. Bütün öğrendiklerimizin temeli olan aile.
Buraya kadar her cümle olması gereken sırasında.
Ancak gerçekten alıyor mu her çocuk aileden bu sevgiyi? Yoksa ailelerin isteklerini yaparak hak mı
ediyorlar? Kulağa rahatsız edici gelmiş olmalı. Kaçımız hissetti her koşulda koşulsuz sevilmeyi?
Düşündürücü bir soru, öyle değil mi?
Bizim toplum yapımız ataerkil bir aile yapısından geliyor. Ekonomik koşullar, kültürel etkenler, çevre,
okuma oranı, evlilik yaşı vb… bir çok neden aile kavramının, her aile için ayrı ayrı belirleyicisi oluyor.
Bilinçsizce dünyaya getirilen çocuk/çocuklar ve sahip oldukları aile ile bilinçli ve belli bir olgunlukta
(zihinsel olgunluk) dünyaya getirilen çocuk/çocuklar ve aile yapısı aynı olmuyor elbette ki!
Bize genelde öğretilen “ İstediklerimi yaparsan seni severim. Evet, akıllı çocuk olursan seni severim,
yemeğini yersen seni severim vb… “ Eğer bunları yapmazsan “ Sana küserim, annen/baban olmam,
başka çocuk getiririm, oyuncaklarını alırım vb…” üzerimizde etkili olan lakin hasarı o anki çözüm gibi
görünen etkiden daha büyük olan davranışlardı. Halen de tanık olup ve duyduğum içler acısı bir
yaklaşım bu. Burada sevginin neresi koşulsuz? Her söylem bir koşula bağlı. Öğretilen duygu ise
sevilmek ya da öz sevgiyi kazanmak değil, kaybetme korkusu…
Anne ve baba olanlar, düşünün lütfen! Evde çocuğunuz ısrarla oyun istediğinde ne yapıyorsunuz? Ne
söylüyorsunuz? Kaçınız durumu çocuğa konuşarak anlatıyor? Onun anlayabilme düzeyinde. Veya
kaçınız onun en doğal hakkı olan oyun ihtiyacını karşılıyor? Benim gözlemlediğim ise insanların güle
oynaya dünyaya getirdikleri çocuklar, isteklerini ifade etmeye başlayınca anne ve babaların da
bahanelerini sırladıkları oluyor. “İşten geldim, yorgunum. Bugün çok gerginim. Kendi kendine oynasan
olmaz mı? Bak, ….. ne güzel tek başına oynuyor. Kardeşin gibi …. yapsan vb…” Burada anne ve
babalara “karşı” bir tutum sergilemek değil amaç tabi ki. Bu sebeplerde kendilerine göre haklı olsalar
da çocukların anladığı mesajlar çok başka şeyler oluyor.
Bu söylemlerde çocuk neyi düşünüyor ? Ailesinin onunla vakit geçirmek istemediğini, ….kişinin
ondan daha iyi olduğunu, kendi kendine bir şeyler yaparsa daha çok sevileceğini vb… Nasıl hissediyor
sorusuna gelirsek kendisini değersiz ve yalnız hissediyor.
Günümüz çocukları geçmişteki örneklerden çok da farklı büyümüyor maalesef. Çünkü hiç kimse kendi
öğrenmediği bir duyguyu birine öğretemez. Bazı şeyler şekil değiştirse de içerik aynı yetersizlikte.
Eğitimli anne baba sayısının artması bilinçli anne baba sayısını vermez. Çocuğuna çok oyuncak almak,
ilgileniyor sonucunu vermez. Koşula bağlı seni seviyorumlar çocuğunuzu sorumluluk sahibi yapmaz.
Aksine yetişkinlikte hep birileri için aşırı fedakarlık yapan, sevgisini sürekli onaylatmak zorunda
hisseden bireylere dönüşürler.
Evde konuşma ihtiyacı giderilmeyen, fikirleri dinlenilmeyen, kendisini ifade etmesine izin verilmeyen,
takdir edilmeyen, yaptığı bir resmi evin bir köşesine asılmayan, sebepsiz yere sarılınmayan,
mütemadiyen eleştiriye ve kıyasa maruz kalan, “ seni annene/ babana söylerim”le korkutulmaya
çalışılan her çocuk hayatı boyunca hiç şüphe götürmez ki “DEĞERSİZLİK” duygusuyla baş etmeye
çalışacak ya da baş edemeyecektir. Bazıları yetişkinlikte bu duyguyu başarılı olmakla yenmeye
çalışacak, bazıları yaşam boyu ailesinin takdir ve onayı için uğraşacak, bazıları sırf değerli hissetmek
adına tercih etmeyecekleri hatalar yapacak, pişmanlıklar yaşayacak, bazıları ise yüzleşecek, kabul
edecek ve değişecek. Kendisine adım atmayı öğrenecek.
Kendini sevmek… İşte gözden kaçan, hafife alınan bu ifadeler çocuğun kendisi ile ilgili benlik algısını
oluşturuyor. Kendini sevmeyi öğrenememiş her çocuk, bir yetişkin olduğunda aynı şeyi kendi
çocuğuna yapıyor. Bütün boşlukları görerek lakin doldurmak için çaba sarf etmeden, o da aynı hayatı
çocuğuna yaşatıyor.
Kendini sevmeyi öğrenememiş her birey, yaşamda bir noktaya gelse de, iyi bir titre sahip olsa da
içinde hep bu hisle çatışmalar yaşamaya devam ediyor. Ve bunlar davranış bozuklukları ve psikolojik
rahatsızlıklara sebep oluyor.
Sevgili anne babalar, dağınık olan evinizin üzgün olan çocuğunuzun yanında hiçbir kıymeti yok. Ağzını,
yüzünü çikolata yerken, yemek yerken batırmayan çocuk yok. Burada aslolan sizin ne gördüğünüz,
neyi önemsediğiniz. Sorumluluğunu aldığınız, sıkı sıkıya sarıldığınız eşyalar eskir, kırılır, yok olur bir
gün. Yerine yenisini koyabilirsiniz. Aynısı gibi olur. Fakat gözlerinin içine bakarak “seni seviyorum”
demediğiniz, sarılmadığınız, oynamadığınız, çocuğun zihninde oluşmayan “ben değerliyim” ifadesinin
yerine öfke, şiddet, yetersizlik duygusu gelir.
Bunun yoksunluğu (ben değerliyim) ile büyüyen çocuklar yaşamda bocalar, hak etmedikleri bir
zorluğun içinde, her an üstlerine çökecekmiş gibi gelen eleştiri okları ve değersizlik duygusundan
kaçmaya çalışırlar. Öz güvenle ilgili çok ciddi sorunlar yaşarlar. Mutsuz bir çocukluktan mutsuz bir
yetişkinliğe adım atarlar.
Her şey imkanlara bağlı değildir. İnanın, çocuklar sadece sevilmek ve oyunla ilgilenir. Onları ne derece
dinlediğinizle ilgilenir. Her zaman anlatamasalar da hissederler. Kendini sevmek, bunu öğrenmek
buradan gelir. Sevgiler…
Zemberek Kuşu’nun Dönüşü