Merhabalar Sevgili Okuyanlar,
Bugünkü konumuz nasıl yönetiyoruz, nasıl çalışıyoruz? İdarecilerin, yöneticilerin çalışana bakış açısı,
çalışanın üstüne bakışı ve yine çalışanların birbirine karşı olan bakış açısı. Bu yazdıklarım, yaklaşık 20
yıllık çalışma yaşantım sonucu gözlemlediğim yorumlamalar, paylaşmak istediğim tecrübeler. Şunu
çok net belirtmeliyim ki (istisnalar kaideyi bozmaz) genele baktığımızda ne çalışan iş verenine /
yöneticisine karşı kendi gibi olabiliyor ne de iş veren / yönetici çalışana karşı açık olabiliyor.
Sonrasında da uygun bir üslûp dahilinde söylenmeyen her şey birikiyor. Zaman içerisinde kişilerin
ruhuna, davranışlarına, iş performanslarına yansıyor. Büyük hayallerle başladıkları işleri bir mecburi
hizmete dönüşüyor.
Çoğu insanın sevmediği işlerde çalıştığı ya da sevdiği işte çalışıp da hak ettiğinin altında ücret aldığı ilk
kez benden duyduğunuz bir gerçek olmasa gerek.
İşveren ve yöneticiler “Sen düşünme, yap!” zihniyetinden sıyrılıp, insanların fikirlerini daha sık dinler,
onlara fırsat verirlerse birçok çalışan, belki de harika sonuçlar çıkaracak bir düşünceyi içinde yaşamaz
ve de duyarsızlaşmaz.
Pek çok genç çalıştığı yerlerde, kendini tekrar eden bir sistemde, zincirin bir halkası oluyor. Ne
üretmek odaklı oluyor ne de kendini geliştirmek odaklı. Çünkü buna ihtiyaç duymuyor. Var olan süreci
devam ettiriyor.
Yetişkin olmuş ancak birey olamamış, kendini ifade etmekten yoksun birçok insan yıllarca çalışıyor ve
başladığı noktadan bir adım ileriye gidemiyor. Sistemin kölesi haline geliyor.
Yaşam koşulları, mecburiyetler kendi olmaktan daha öncelikli oluyor. Çünkü bu daha çocukluktan
zihinlerimize yerleştirilen bir öğreti olduğu için, kendimiz olabilmek, düşüncemizi söylemek kendimize
dahi uzak geliyor. Dikkat edin her yerde birbirine benzeyen insanlar, otomatik tepkiler, düşünceler
var. Kendisine bile gerçek gelmeyen bir gülümseme. Elbette ki ortak görüşler çok önemli. Ancak
değişime açık olmak da ilerlemenin, gelişmenin temeli. Yenilikten, farklılıktan bizim kadar korkan bir
toplum yok. “Allah korusun ya düşünürsek?”
Çünkü çoğu zaman bir konu hakkında benim de fikrim var demek, karşıt bir görüş belirtmek,
sonuçlarına katlanmayı göze alınan bir eyleme dönüşüyor. Had bildiren kahramanlar ortaya çıkıyor.
Temelinde “sen kimsin!” öğretisi yatan bencilce bir tutum sergiliyor. Sonra ne mi oluyor? Ya
konuşanlar artık susuyor (ya yavaş yavaş, ya da hemen) ya “hayır ben de varım” demekten tarafta
oluyor ya da bu iş bir yarışa dönüşüyor. İş veren ve çalışan arasında. Eğer baş edilemezse bir sebepten
( bahanesi çok ülkemin yaratıcı insanları bu konuda muhteşem) işten çıkarılıveriyor.
Sosyal haklar mı? Gerçekten var mı? Bu da kişiye göre. Kişi bununla ilgili dişliyse (hakkı olan bir şey
için neden dişli olmak gerekiyor onu da hiç anlamam ya…) alıyor, zayıfsa ücretini aldığına şükredip
yeni bir iş için yollara dökülüyor.
Peki neler yapılabilir? İş verenlerin / yöneticilerin bu konuda, çalışanlarına daha profesyonel ve
tarafsız bir bakış açısı geliştirmeyi kendilerine ilke edinmesi ve bununla ilgili kurumsal /gerekiyorsa
bireysel eğitimler alması gerekiyor. İşverenler çalışanını /çalışanlarını doğru kriterlerde
değerlendirilip, doğru noktalarda iyileştirmeler geliştirirlerse (örneğin daha fazla takdir etme, yeni
fikirleri destekleme, motivasyon arttırıcı aktiviteler düzenleme, performansına yönelik ücret artışı
vb…) çalışanın da çalıştığı ortamda tutum ve davranışları daha farklı olur.
İzin verin çalışanlarınız da eğer yaratıcılık söz konusu ise, o işi yapmanın birden fazla yolu var ise,
kendi seçtikleri yoldan gitsinler. Belki yol daha uzundur bunu ön görebilirsiniz fakat kişi ne kadar
kendi olarak başlarsa o kadar verimli olur bence.
Haftaya nasıl çalışıyoruzu konuşacağız. Görüşmek üzere, sevgiler.
Zemberek Kuşu’nun Dönüşü