Merhaba sevgili okuyanlar,
Bu haftaki konumuz fast food. Evet, gündelik yaşamınızdan tutun da, yaptığınız iş, yaşadığınız ilişkilere
kadar her şey fast food tadında. Tüketilmeye hazır, hızlı, standart. Dikkat ederseniz kurulan
iletişimlerde öyle. Yaşam da neredeyse her şey iletişim ve ilgi üzerine olduğuna göre bu benzetme
abartı sayılmaz.
Günlük yaşamınızı düşünün. Yakınlık dereceniz ne olursa olsun, verdiğiniz otomatik cevaplar… İkinci
cümleyi kurmamak için verilen çaba. Olabildiğince kısa yanıtlar. İletişimi başlatamadan bitiren
ifadeler. Karşınızda morali olarak kötü olduğunu %100 düşündüğünüz biri var diyelim. Nasılsın diye
sorduğunuzda alacağınız cevap çoğunlukla “iyiyim, sen” oluyor. Ya da beklediğiniz “nasılsın?” sorusu
size sorulmuyor. Çünkü istisnaları göz ardı edersek, bu soru genelde sorulmuş olmak için soruluyor.
İçinde samimiyet barındırmayan bir soru da samimi bir şekilde değil öylesine, otomatik olarak cevap
buluyor.
Herkes de şöyle bir anlayış var. “En önemli benim.” Elbette ki kendini sevmek, önemsemek çok güzel
lakin başkalarının hak ve özgürlüklerine de saygı duymak da en az diğeri kadar önemli. Kendini
sevmek narsist bir boyut aldığında iletişim tek bir kanala bağlı yol alıyor ya da hiç alamıyor.
Aynı durum iş hayatında da geçerli. Çalışanlar birbirleriyle soğuk bir samimiyetle sadece kar/zarar
ilişkisi içinde iletişime geçiyor. İşe yeni başlayan gençler daha iyi koşullar, mevkiler ve ücretler istiyor.
Bunda yanlış bir şey yok elbette ki. Fakat bunun için bir şey yapmak istemiyorlar. Hazır bir düzende,
değişmeden, yenileşmeden, öğrenmeden, sadece bildikleri ya da bildiğini sandıkları üzerinden devam
ediyorlar. Hal böyle olunca üretmeyen, düşünmeyen, hayal gücünden yoksun bir toplum olma
yolunda ilerliyoruz. İş verenler için de durum farklı değil.
Arkadaşlık ilişkilerinde de benzer durumlar yoğunlukta. Günümüz de arkadaşlıklar tercihler
doğrultusunda değil de ortak çıkarlar doğrultusunda kurulduğu için fazla dayanıklı olmuyor. Sınırlı
kelime dağarcığında, kalıplaşmış cümlelerle yavan sohbetlerde arkadaşlıklar sürdürülüyor.
Herkes birbirine gün içinde yaşadığı bir durumu bütün gerekli/gereksiz ayrıntılarıyla anlatırken bütün
derdi yalnızca anlatmak oluyor. Paylaşmak değil. Karşı taraf da çoğu kez dinlemiş olmak için dinliyor.
Sıra bana gelsin diye bekliyor.
Hayallerini, yapmak istediklerini paylaşan, sorgulayan, içinde düşüncenin de yer aldığı güzel dostluklar
da vardır mutlaka.
Son olarak şöyle bir gerçek var. Bir toplumda insanlar konfor alanlarından çıkmadığı sürece,
yaşamlarında okumaya, yeniliğe, muhakeme etmeye, üretmeye, değişime yer vermediği sürece,
farkında olmaya kendini kapattığı sürece geri kalmaya ve mutsuz olmaya mahkumdur.
Bir ben mi değiştireceğim denilen her şey de herkes değişime önce kendisinden başlarsa ilerleme
olur, farkındalık olur. Toplum bireylerden oluşur. Toplumdaki bireyler ne denli ilerlemeye açıksa, ne
denli doğru kullanabiliyorsa kelimelerini, psikolojilerini ne denli dinç tutabiliyorsa toplum da o denli
uyum sağlar, gelişen ve değişen dünyaya.
Zaman çok kıymetli. Bir şey yapmak için sürekli birilerinden onay almaya meyilli, güzel bir şey
söylemek için önce olumsuz bir şey yaşamaya alışkın insanlardan birine dönüşmek istemiyorsanız
“bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünün dışına da çıkarak düşünün. Yaşam tüketmek üzerine
kurulu bir şey olmamalı. Sevgiler.
Zemberek Kuşu’nun Dönüşü