Merhabalar sevgili okuyanlar,
Yeni eğitim öğretim yılı başladı. Çocuklar ait oldukları yere “okullara” sesleriyle, bedenleriyle,
ruhlarıyla hayat kattı. Bütün çocuklarımıza sağlıklı, bol öğretili, eğlenceli, mutlu olacakları bir yıl
dileyerek başlamak istiyorum.
Bugünkü konumuz okullarda özel gereksinimli çocukların yeri, öğretmenlerin bundaki rolü ve bu
çocukların okul psikolojisi.
Gün geçtikçe birçok insan daha da çok fikir sahibi oluyor bu konuda. Bu sevindirici bir durum. Özel
gereksinim. Nedir özel gereksinim? Kısaca yapabilme, anlama ve anlatabilme yeterlilikleri sınırlı olan,
normal gelişim gösteren çocuklarla aynı hızda değil de kendi ritimlerinde öğrenebilen çocuklardır.
Kaynaştırma öğrencisi olarak sınıflarda hepiniz görmüş ve duymuşsunuzdur. Özel eğitim gereksinimi
olan çocukların hepsinde zihinsel bir gerilik eşlik etmez. Konuşma gecikmesi, kaygı problemleri, dikkat
eksikliği, hiperaktivite, davranış problemleri, öğrenme güçlüğü, otizm, disleksi vb… çeşitli başlıklar
altında birçok çocuk grubu mevcuttur. Bu grupta yer alan pek çok çocuk özel eğitim desteği,
öğretmen ve aile işbirliği sayesinde, uygun davranış kontrolü ve öğretim biçimiyle normal sürece
yaklaşabilir. Akranlarıyla sağlıklı bir etkileşime geçebilir.
Ancak üzülerek belirtmeliyim ki bizim eğitim sistemimizde bu durumun ciddiyeti kağıtlar, prosedürler
üzerinde işliyor. Gerçekte olan ise bu çocukların ve beraberinde ailelerinin duygusal açıdan çok
hırpalandığı. Öğrenilmiş çaresizliği yaşadığı. Aile kanadını haftaya anlatmaya çalışacağım.
Yazıyor olduğum şeylere kimse şaşırmasın. Aksine bunlar daha çok konuşulsun, tartışılsın ki bu
çocuklar ve eğitim hakları üzerine gerekli düzenlemeler sağlanarak uygulanmaya başlansın.
Unutmayınız değişim farkındalıkla başlar lakin gelişim eylemlerle olur. Yalnızca farkında olmayalım,
anne baba olmadan da çocuklara sahip çıkabilme yeterliliğinde olabilelim. Bu çocuklar büyüyecek,
neyle besliyoruz onları bir gözden geçirelim. Doğru değerlerle yürümeyi öğretelim.
Özel gereksinimli çocuklar… Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin “Ay yy yazık” diye vicdan yaşadığı
mı, “Allah’ım şükürler olsun, sağlıklı bir çocuğum var” diye kaş yapayım derken göz çıkartan
yaklaşımları mı? Ya da bırakın farkındalığı, bu kelimenin f sine yaklaşamayanların “Benim çocuğumla
bu çocuk aynı sınıfta mı olacak? Çocuğuma kötü örnek oluyor” diye veryansın eden aile yaklaşımları
mı? Bunun yanında yüksek başarı odaklı okullarımızın, yüksek öngörülü idarecilerinin seçim
meydanlarını aratmayan hâl ve davranışları mı, yoksa bazı öğretmenlerin hırsına maruz kalan
çocukların sessizliği mi? Özel okulların çok ciddi ücretler sonucunda alırken dahi bin bir nazla kabul
ettikleri bu çocukların ailelerinin hissettikleri ve bazen hatta çoğu kez görmezden gelişleri mi? Kaldı ki
devlet okullarını siz düşünün!
Hepsi ayrı bir utanç ve üzüntü veren, hayrete düşüren bir durum.
Burada eleştirdiğim konu sistem. Ve sistemdeki kara delik. Yoksa bu işi büyük bir görev aşkı ile yapan
saygı değer öğretmenleri tenzih etmeme gerek yok. Bir ülkede eğitim– öğretim ülkenin gelişebilmesi
için ilk sırada yer almalıdır.
Hep diyorum, yine diyeceğim bazı meslekleri yapmak ruh işidir. Bunun bilgiyle ilgisi yoktur. İnsani
vasıfların üst düzey olması gerekir. Sürekli ilerlemen gerekir. Bilgiyi sunabilmek, herkese ulaşabilmek
(elbette ki her çocuğa aynı ölçüde ulaşamazsınız.) bir yetenektir. Bugün burada olmaması gerekenleri
konuşacağız.
Eğer bir öğretmen özel gereksinimli ya da yaramaz diye etiketlediği bir çocuğu ayrıştırır, diğer
arkadaşlarının yanında azarlarsa o çocuğun üzerindeki etkisi bir otorite mi olur yoksa bir korku mu?
En büyük hatalardan biri, okullarda öğretmenlerin otoriteyi korkutmayla eşlemesi. Bas ya da
sopranoya bağlamadan da sınıf içerisinde sükunet sağlanabilir. Özel gereksinimli çocukların duyguları
yorumlama şekli biraz farklı olabilir. Özellikle otizmli bir çocuk ise onun için durum gerçekten
zorlaşabiliyor. Soyut kavramları anlamakta yaşadığı güçlük, üzerinde hissettiği baskıyla korkuya daha
sonra kaygıya ardından da takıntı dediğimiz davranışlara dönüşüyor. Bunun sonucu olarak da davranış
problemleri ortaya çıkıyor.
Sınıf ortamında davranış kontrolünü sağlayamayan öğretmen, çözümü bu çocukları etiketlemek de
bulabiliyor. “Sınıfın dikkatini dağıtıyor.” “Arkadaşına zarar veriyor.” “Bugün okuldan erken alın.”
vb…söylemlerde bulunabiliyor. Diğer çocuklar da çoğu zaman öğretmenin bu ayrıştırıcı tutumuna
şahit olup, aynı şeyi kendi aralarında yapıyor. Bu çocuklar teneffüslerde yalnız kalıyor, sosyal duygusal
boşluklar yaşıyor.
“Ben buradayım, görün beni” isteklerini de öfkeli davranışlarla, aşırı hareketlerle gösteriyorlar. Çünkü
çocuklara öfkesini yönetmeyi öğrenmesi değil, bastırması gerektiği dikte ediliyor. Fakat bu daha da
büyük öfke patlamalarına neden oluyor. Genelde yapılan bir yanlış var. Çocuklara problem çıktıktan
sonra müdahale ediliyor. Oysa ki bunun öncesinde olumsuz davranışın önüne geçilip, olumlu
pekiştirme sık aralıklarla yapılsa bütün bu davranış problemleri yaşanmayacak ya da minimal düzeyde
olacaktır. Çocuklara olumlu pekiştirme aralıkları sistematik yapılmadığında, olumsuz davranışın
ortaya çıkma sıklığı artıyor. Sonrasında tüm ilgiyi üzerine çektiğini düşünen çocuk bu durumu da
yanlış yorumluyor.
Zorlandıklarında eleştiriye maruz kalmaları, onların derse olan sınırlı dikkat ve ilgilerini de aşağı
çekiyor. Özgüvenlerini zedeliyor.
Bir sınıfta çocukların bireysel farklılıklarını göz ardı edemezsiniz. Her birinin öğrenme hızı farklıdır ve
her çocuk istisnasız öğrenir. Davranış kontrolünde zayıf olan öğretmenlerin bulacakları çözüm,
bununla ilgili eğitim almaları ve bu çocukları yok saymak yerine, daha çok nasıl var edebilirim
olmalıdır.
Şablon haline gelmiş ezbere eğitim içeriklerini zenginleştirip, çocuklara yetenekleri dahilinde öğretim
yapabiliyor olmaları gerekir. Okullarda daha çok materyal, akıl oyunları, kitaplar olmasına öncelik
verilmelidir. Birkaç özel okulda tanık olduğum materyal kıtlığı içler acısı durumda. Neticede doğru
iletişim kanalını bulurlarsa bu çocuklar içinde okul, keyif aldıkları, bir şeyler öğrenebildikleri bir yere
dönüşür.
Öğretmen sadece müfredatı yerine getiren değil, öncelikli ihtiyacı tespit edip karşılayabilen, ön ayak
olandır. Örneğin çocuklara resim dersinde renkleri öğretirken, hayal gücüne sekte vurmayandır.
Bırakın evlerin çatısı pembe olsun, bırakın turuncu olsun ağaçlar… Bu, onların bu nesnelerin rengini
bilmedikleri anlamına gelmez her zaman… Zengin bir hayal gücü olduğu anlamına da gelir.
Öğretmenler bu çocukları yok saydıklarında çocuklarda oluşan yetersizlik duygusu, ilerleyen yaşlarda
daha başka sorunlar doğuruyor. Baş etmek zorunda oldukları yaşam onlar için yeterince zor iken,
beraberinde dışlanmak, alay edilmek, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmak ile uğraşıyorlar.
Öğretmenler sınıflarda mum gibi oturmuş sadece dinler görünümlü çocuklar istiyor. Bunu yapanlara
da akıllı çocuk diyor.
Bu, çocukların düşünme becerilerine, hayal güçlerine ket vurmak değil midir? Düşünme becerileri
gelişmeyen çocuklar, soru sorma becerisini de kazanamıyorlar. Neden sonuç ilişkisi kurmakta güçlük
çekiyorlar. Sonra da yetişkin bir birey olduklarında her şeye “evet” diyen kişilere dönüşüyorlar.
Özgüven eksikliği, onay ihtiyacı, neredeyse her adımlarında danışacak birilerine ihtiyaç duyuyorlar.
Bu çocuklar okulda kabul görmezse, öğrenemezse, dışarı da bunu nasıl sağlayacaklar? Bunu kimse
irdelemiyor. Küçük dokunuşlar, hayat değiştirir. Lakin sınıfta öğretmen, evde aile konfor alanından
çıkmadığında yazık oluyor çocuklara.
Hiçbir kimse hiçbir koşulda bir çocuğun eğitim öğretim hakkını sabote edemez. Yeterlilik durumu ne
olursa olsun onların masumiyeti ve duyguları istismara açık değildir.
Unutulmasın ki bir çocuğun çocuk olabilme özgürlüğünü elinden almak insanlık suçudur.
Özel gereksinimli çocuklar tercihleri doğrultusunda böyle olmadı. Bunu bilerek, bunu kanıksayarak
onları kabul edin. Ve ayırt etmeksizin çok sevin. Belki de ilk önce bunu ihtiyaçları vardır. İzin verin,
çocuklar hayatı kendi renklerinde yaşasınlar. Farklı oldukları için soyutlamak yerine, farklı oldukları
için de sevilebileceklerini öğretin, sevgili öğretmenlerim.
Zemberek Kuşu’nun Dönüşü
''Öfke Duygusu'' Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bu haftaki konumuz kişiliğimizin en kıymetli yapı taşlarından biri olan duygular…
Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bu haftaki konumuz “saygı”. Yine kapsamlı bir konu olduğu için, bahsetmek istediğim alanı…
Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bu hafta sizlerle çevremde çok sık karşılaştığım, başkalarının anlatımlarında da fazlaca tanık olduğumbir…
Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bu haftaki konumuz kaygı. Özellikle okula giden çocuklarda sıklıkla gözlemlenen bir duygu.Peki nedir…
Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bu haftaki konumuz duygular ve iletişim. Oldukça kapsamlı bir konu olan, bütün hayatımız…
Merhabalar Sevgili Okuyanlar,Bugün konumuz eğitimin toplumdaki önemi. Olması gereken sistemden ziyade pek çok insanın halehazırda…